Ceza Avukatı Anıt Hukuk
Anıt Hukuk
Quick Contact

           

Çalışma  Saatlerimiz / Pazartesi – Cumartesi / 08:00 – 18:00

Bize Ulaşın:  +90 532 692 49 52

Ceza Ticaret Miras Boşanma Kira Avukatı

Ceza Sorumluluğunun Esasları TCK 20

Ceza sorumluluğunun esasları

Ceza Sorumluluğunun Esasları TCK 20

Ceza sorumluluğunun esasları, ceza hukukunun temel ilkeleri ve prensipleri çerçevesinde belirlenir. Bu esaslar, suç işleyen kişilerin hangi koşullar altında sorumlu tutulacaklarını ve hangi cezaların uygulanacağını belirler. Ceza sorumluluğunun esasları şu temel unsurlar etrafında şekillenir:

Ceza_sorumlulugunun_esaslari
Ceza sorumluluğunun esasları

Ceza Sorumluluğunun Esasları Sırasıyla

1. Kanunilik İlkesi

  • Tanımı: Bir fiilin suç sayılabilmesi ve ceza uygulanabilmesi için o fiilin kanunda açıkça suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu ilke “suçta ve cezada kanunilik” olarak da bilinir.
  • Önemi: Bu ilke, keyfi cezalandırmaları önler ve hukuk güvenliğini sağlar.

2. Kusur İlkesi

  • Tanımı: Bir kişinin ceza sorumluluğunun doğması için, o kişinin kasten veya taksirle suç işlemiş olması gerekir. Kusur, failin iradesiyle gerçekleştirdiği bir davranışa yöneliktir.
  • Önemi: Kusur ilkesi, objektif sorumluluk yerine subjektif sorumluluğun esas alınmasını sağlar. Yani, bir kişi sadece kendi kusurlu davranışlarından dolayı cezalandırılabilir.

3. Hukuka Aykırılık İlkesi

  • Tanımı: Bir fiilin suç sayılabilmesi için, bu fiilin hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka aykırılık, kanunlar tarafından yasaklanan ve cezalandırılan davranışları ifade eder.
  • Önemi: Bu ilke, hukuk düzeninin korunmasını ve toplumsal düzenin sağlanmasını amaçlar.

4. Cezalandırılabilirlik Şartları

  • Tipiklik: Suç sayılan fiilin, kanunda tanımlanan suç tipine uygun olması gerekir. Tipiklik, suçun maddi unsurlarının (fail, fiil, mağdur vb.) varlığını ifade eder.
  • Hukuka Aykırılık: Suç sayılan fiilin, hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka uygunluk sebepleri (meşru savunma, zorunluluk hali vb.) bulunmadığında hukuka aykırılık gerçekleşir.
  • Kusur: Failin, kasten veya taksirle hareket etmiş olması gerekir. Kusur, failin iradesine dayalı olarak gerçekleşen bir durumdur.

5. Cezanın Bireyselleştirilmesi

  • Tanımı: Cezanın, suçu işleyen kişinin kişisel ve sosyal özelliklerine, suçu işleme şekline ve suçun sonuçlarına göre belirlenmesidir.
  • Önemi: Bu ilke, adaletin sağlanmasını ve failin ıslah edilmesini amaçlar. Aynı zamanda cezanın orantılı ve hakkaniyetli olmasını sağlar.

6. Zamanaşımı ve Af

  • Zamanaşımı: Suçun işlendiği tarihten itibaren belirli bir süre geçtikten sonra ceza davasının açılmaması veya cezanın infaz edilmemesi durumunda, zamanaşımı süresi dolmuş olur ve ceza sorumluluğu sona erer.
  • Af: Devletin, belirli suçlar için genel veya özel bir af ilan ederek, ceza sorumluluğunu ortadan kaldırması veya cezayı hafifletmesidir.

7. Ceza Adaletinin Temel İlkeleri

  • Eşitlik: Herkesin kanun önünde eşit olması ve suç işleyen herkesin aynı şekilde cezalandırılması.
  • Adil Yargılanma: Suç isnadında bulunan herkesin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde yargılanma hakkı.

Bu esaslar, ceza hukukunun temel yapı taşlarını oluşturur ve ceza sorumluluğunun adil ve etkili bir şekilde uygulanmasını sağlar.

Ceza_sorumlulugunun_esaslari
Ceza sorumluluğunun esasları

Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği, Kast ve Taksir Ceza sorumluluğunun şahsiliği

TCK Madde 20- (1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.

 (2) Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır.

Gerekçesi

Özel hukuk tüzel kişilerinin suç failleri olarak değerlendirilip değerlendirilmemesi ve işlenen suçlara karşı bu kuruluşlara uygulanacak yaptırımların ayrılması gereklidir.

 Suç ve ceza politikasına göre, suç işleyenler sadece gerçek kişiler olarak kabul edilmeli ve cezai yaptırımlar yalnızca onlara yöneltilmelidir. Bu perspektif, Anayasa’da güvence altına alınan ceza sorumluluğunun bireysel niteliğinin bir gerekliliğidir. Ancak, işlenen suçlar nedeniyle özel hukuk tüzel kişilerine karşı güvenlik tedbirleri şeklinde uygulanacak yaptırımlar düşünülebilir. Para cezalarının kolay uygulanabilir olması, tüzel kişilere karşı cezai yaptırımların getirilebileceği düşüncesini haklı çıkarmaz. Tüzel kişiler için yalnızca idari nitelikli para cezaları öngörülmelidir. Çünkü idari ve cezai yaptırımlar arasında neden, amaç ve sonuçlar açısından farklılıklar bulunmaktadır.

Örneğin, bir şirket tüzel kişisinin faaliyetleri nedeniyle doğan vergi borcunun zamanında ve eksiksiz ödenmemesi durumunda, tüzel kişiye para cezası uygulanabilir. Ancak, bu yaptırımın temel amacı, vergi borcunun zamanında ve eksiksiz ödenmemesi nedeniyle kamu maliyesine zararın telafi edilmesi ve vergi düzeninin etkinliğinin sağlanmasıdır. Bu tür yaptırımların ceza hukuku niteliği taşımadığı açıktır. Vergi borcunun doğru bir şekilde oluşmasını engellemek amacıyla sahte belge düzenlendiği durumunda, bu sahtekârlığı gerçekleştiren gerçek kişilere karşı cezai yaptırım uygulanabilir. Ancak, bu durumda bile tüzel kişiye verilen para cezası, bir idari yaptırım özelliği taşır. Bu yeni düzenleme ile, özellikle para cezası bağlamında tüzel kişilere karşı cezai yaptırım uygulanabileceği konusundaki hukuki temelsiz anlayışın önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

T.C. YARGITAY ONBİRİNCİ CEZA DAİRESİ 2013/21426 E. 2014/9251 K. 13.05.2014
  • AĞABEYİ TARAFINDAN İŞLETİLEN – RUHSATSIZ OLDUĞU İÇİN MÜHÜRLENEN FIRINDA – İŞÇİ OLARAK ÇALIŞAN SANIĞIN – MÜHRÜ SÖKÜP FAALİYETE DEVAM ETTİĞİ
  • CEZA SORUMLULUĞUNUN ŞAHSİLİĞİ İLKESİ
  • AĞABEYİNİN NAM VE HESABINA – VASITA OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİNDEN BAHİSLE – BERAAT VERİLEMEZ


(5237 s. TCK m. 20, 203)

ÖZET

Ağabeyi tarafından işletilen ve ruhsatsız olduğu için mühürlenen fırında işçi olarak çalışan sanığın, mührü söküp faaliyete devam ettiğinin tespit edilmesi karşısında, maddi konusu “kamu idaresince konulan mühür”, hukuki konusu ise “Devletin kamu otoritesini korumak ve bunun engellenmemesini temin etmek” olan mühür bozma suçunun, mührü koyan makamın bilgisi dışında bozulması ile oluşacağı ve TCK.nun 20.mad. ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi de gözetilmeden, “sanığın mühür bozma suçunu kendi nam ve hesabına değil, ağabeyinin nam ve hesabına vasıta olarak gerçekleştirdiğinden” bahisle yazılı şekilde beraatine karar verilmesi yasaya aykırıdır.

Ağabeyi M.. Ö.. tarafından işletilen ve ruhsatsız olduğu için mühürlenen fırında işçi olarak çalışan sanığın, mührü söküp faaliyete devam ettiğinin tespit edilmesi karşısında, maddi konusu “kamu idaresince konulan mühür”, hukuki konusu ise “Devletin kamu otoritesini korumak ve bunun engellenmemesini temin etmek” olan mühür bozma suçunun, mührü koyan makamın bilgisi dışında bozulması ile oluşacağı ve 5237 sayılı TCK.nun 20.maddesindeki ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi de gözetilmeden, “sanığın mühür bozma suçunu kendi nam ve hesabına değil, ağabeyi M.. Ö..’ün nam ve hesabına vasıta olarak gerçekleştirdiğinden” bahisle yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 13.05.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C. YARGITAY ONDOKUZUNCU CEZA DAİRESİ 2015/32056 E. 2019/3674 K. 04.02.2019

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi

SUÇ : 5187 Sayılı Kanuna Aykırılık

HÜKÜMLER : Mahkumiyet

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevap” başlıklı 14. maddesi;

“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.

…Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar…”

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Vekile ve kanuni mümesile tebligat” başlıklı 11/1. maddesi;

“(Değişik birinci fıkra : 6/6/1985 – 3220/5 md.) Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır…”

5237 sayılı TCK’nun “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı 20/1. maddesi;

“(1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” hükümlerini içermektedir.

Buna göre, 5187 sayılı Kanun’un 18. maddesinde düzenlenen “düzeltme ve cevabı yayımlamama” suçundan sorumluluğun doğması için ilk şart kesinleşen mahkeme kararının, 5187 sayılı Kanun’un 14/1. maddesinde yazılı olduğu üzere süreli yayının sorumlu müdürüne, 7201 sayılı Kanun’da yazılı usullere göre tebliğinin yapılmasıdır. 5187 sayılı Kanun’un 14/6. maddesinde belirtilen itiraz edilmişse sürelerin tebliğin yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı hükmünde açıkça tebliğin kime yapılacağı yazılmamışsa da merci kararının sorumlu müdüre tebliği gerektiği Kanun’un 14. maddesinin bir bütün olarak yorumlanmasından anlaşılmaktadır.

Sanıklar hakkında 5187 sayılı Kanun’un 18/1. maddesinde yazılı “düzeltme ve cevabı yayımlamama” suçundan açılan kamu davasında, kesin olarak verilen merci Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.03.2013 tarihli 2013/91 D.İş. Sayılı “itirazın reddine” dair kararının, sadece itiraz eden … Gazetecilik A.Ş.’nin avukatına işyeri adresinde 09.04.2013 günü daimi çalışanına tebliğ edildiği, suç tarihinin de bu tebligata göre belirlendiği, ancak gazetenin sorumlu müdürüne hitaben yapılan bir tebligat olmadığı, dolayısıyla sanıkların hukuken yayımlamakla yükümlü olacakları ve ileride cezai sorumluluklarını doğurabilecek bir düzeltme ve cevap yazısından haberdar olmadıkları, keza sanıkların düzeltme ve cevabı süresi içinde gereği gibi yayımlama zorunluluklarının, 5187 sayılı Kanun’un 14/6. maddesinde yazılı olduğu üzere “yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren” başlayacağı, vekil aracılığıyla takip edilen işlerde tebligatın 7201 sayılı Kanun’un 11. maddesi gereği vekile tebliği esas olarak kabul edilse de somut olayda tebliğ yapılan avukatın sorumlu müdürün vekili olmadığı gibi, vekili olsa bile 5187 sayılı Kanun’a göre sorumlu müdürün düzeltme ve cevabı yayımlama zorunluluğunun avukatına yapılan tebliğden itibaren başlamayacağı, dolayısıyla TCK’nun “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesinde de açıkça belirtildiği üzere, kimsenin başkasının fiilinden dolayı cezai anlamda sorumlu tutulamayacağı değerlendirilmekle, mahkemece sanıkların beraati yerine suçu işlediklerinin sabit olması gerekçesiyle mahkumiyetlerine karar verilmesi,

Kanuna aykırı ve sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine 04.02.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

T.C. YARGITAY YİRMİBİRİNCİ CEZA DAİRESİ 2016/5524 E. 2016/7508 K. 07.12.2016

Sanığın yetkilisi olduğu şirkete ait 2007 takvim yılı defter ve belgelerin incelemeye esas olmak üzere ibrazının istenmesine rağmen süresinde ibraz edilmediğinin iddia ve kabul olunması, sanığın savunmasında, YK üyesi olmadığını, sadece güvenlikten sorumlu müdür yardımcısı olduğunu, tebligat geldiğinde muhasebecileri arayarak bilgilendirdiğini, suçlamayı kabul etmediğini ifade etmesi karşısında, tüzel kişilerin faaliyetlerini gerçek kişiler aracılığı ile gerçekleştirdikleri, 213 sayılı VUK’nun 10 ve 333. maddelerine göre sorumluluğun tüzel kişilerin kanuni temsilcilerine ait olduğu, ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.12.1990 gün 312-340 sayılı kararında açıklandığı üzere, tüzel kişinin birden fazla temsilcisinin bulunması halinde cezai sorumluluğun cezanın şahsiliği ilkesine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar dikkate alınarak suçun şekil sorumlusu değil, ayrıntısını bilen oluşmasında rolü olan kanuni temsilciye ait olacağı cihetle, sanığın savunmasında adı geçen muhasebecilerin tanık sıfatıyla dinlenip, yine temyize gelmeyen YK Başkanı olan diğer sanık …’ın da yeniden ifadesine başvurularak sanık …’in savunması da nazara alınarak temsil yetkisinin bölüşümünde ağırlığının ve sınırının ne olduğu hususu açıkça tespit edildikten sonra sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07.12.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.