Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Süreleri 1 – 182
Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), Türkiye’deki medeni yargılama usulünü düzenleyen temel yasadır. Bu kanunda belirtilen süreler, hukuki süreçlerin düzenli ve öngörülebilir şekilde ilerlemesini sağlar. İşte HMK’da yer alan süreler hakkında detaylı bilgiler:
Table of Contents
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Genel Süreler
- Dava Açma Süresi: Medeni hukuk davalarında, dava açma süreleri genellikle zamanaşımı sürelerine tabidir. Bu süreler, Türk Borçlar Kanunu’nda belirlenmiştir.
- İtiraz Süreleri: İtirazların yapılması gereken süreler genellikle 1 veya 2 hafta olarak belirlenmiştir. Örneğin, ihtiyati tedbir kararlarına itiraz süresi tebliğ tarihinden itibaren 1 haftadır.
- Karar ve Tebliğ Süreleri: Mahkeme kararları ve bu kararların taraflara tebliği belirli süreler içinde yapılmalıdır. Tebligat Kanunu hükümleri burada uygulanır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Belirli Süreler
- Dilekçe ve Belgelerin Sunulması:
- Dava Dilekçesi ve Cevap Dilekçesi: Dava açıldıktan sonra davalının, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren 2 hafta içinde cevap dilekçesini sunması gerekmektedir.
- İlk İtirazlar: Davalının, cevap dilekçesinde veya duruşmada ileri sürebileceği ilk itirazları da cevap dilekçesi süresi içinde sunması gerekmektedir.
- Kanun Yollarına Başvurma Süreleri:
- İstinaf: İlk derece mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvurma süresi, kararın tebliğinden itibaren 2 haftadır.
- Temyiz: Bölge adliye mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi yine 2 haftadır.
- Yargılamanın Yenilenmesi: Kesinleşmiş bir kararın yargılamasının yenilenmesi talebi, yenileme sebebinin öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her halükarda kararın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde yapılmalıdır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Özel Süreler
- İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Haciz Kararları: Bu tür kararlar genellikle acil olduğundan hızlıca verilmekte ve kısa süreler içinde itiraz edilmesi gerekmektedir.
- Zorunlu Arabuluculuk Süreleri: Bazı davalar için zorunlu arabuluculuk süreci işletilmesi gerekmektedir. Arabuluculuk süreci tamamlanmadan dava açılması mümkün değildir. Arabuluculuk süreci için belirlenen süreler ise kanunda belirtilmiştir ve genellikle 3 hafta içinde tamamlanması öngörülmüştür.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Sürelerin Uzatılması ve İhyası
- Sürelerin Uzatılması: HMK’da belirtilen süreler, tarafların talebi üzerine ve haklı bir sebebin varlığı halinde, mahkeme tarafından uzatılabilir. Ancak, kanun yollarına başvuru süreleri gibi bazı süreler kesin olup, uzatılması mümkün değildir.
- Sürelerin İhyası: Kanuni sürelerin ihlali durumunda, hak kaybına uğrayan tarafın sürenin ihyasını (eski hale getirilmesini) talep edebilmesi mümkündür. Bunun için sürenin geçirilmesinde haklı bir mazeretin bulunması gereklidir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Önemli Hususlar
- Sürelerin Başlangıcı: HMK’da belirtilen süreler, genellikle kararların veya belgelerin taraflara tebliğinden itibaren başlamaktadır.
- Tebligat: Tebligatın usulüne uygun yapılması, sürelerin doğru bir şekilde hesaplanabilmesi için kritik öneme sahiptir.
- Sürelere Uyulmaması: Sürelere uyulmaması durumunda, taraflar hak kaybına uğrayabilirler. Bu nedenle sürelerin dikkatlice takip edilmesi önemlidir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Uygulamadaki Önemi
HMK’daki süreler, yargılamanın etkin ve hızlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla belirlenmiştir. Sürelerin titizlikle takip edilmesi ve uyulması, hem davacı hem de davalı için hukuki süreçlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlar.
Bu özet, HMK’daki süreler hakkında genel bir bilgilendirme sunmaktadır. Belirli bir dava veya hukuki işlem için detaylı bilgiye ihtiyaç duyulması halinde, yasal mevzuat ve uzman bir hukuk danışmanına başvurulması önerilir.
1. Süreler
1.1 Taraflar İçin Konulmuş Süreler
1.1.1 Kanuni Süreler
1.1.2 Hâkimin Belirlediği Süreler
1. 2 Mahkeme İçin Konulmuş Süreler
2. Sürelerin Hesaplanması
3. Sürelerin Başlaması
4. Sürelerin Bitimi
5. Tatil Günlerinin Süreye Etkisi
6. Adlî Tatil
7. Eski Hale Getirme
7.1 Eski Hale Getirme Şartları
7.2 Eski Hale Getirme Usulü
7.3 Talep Ve İnceleme Mercii
7.4 Talebin Şekli ve Kapsamı
7.5 Talebin Yargılamaya ve Hükmün İcrasına Etkisi
7.6 İnceleme, Karar ve Masraflar
1. Süreler
Hukuk alanında sürelerin özel bir önemi bulunmaktadır. Haklar ve borçlar, belirli durumlarda süreler içinde kullanıldığı ve bu sürelerin önemli hukuki sonuçlar doğurduğu için, hukuk dünyasında zamanın ötesinde, süreler daha fazla önem taşır. Bununla birlikte, bir davayı açma zamanı; belirli işlemlerin başlangıcının veya sonunun belirlendiği an gibi durumlar da, bazı hukuki durumlarda anlam ifade edebilmektedir.
1.1 Taraflar İçin Konulmuş Süreler
Taraflar için konulmuş süreleri Kanuni Süreler- Hâkimin Belirlediği Süreler olarak inceleyeceğiz.
1.1.1 Kanuni Süreler
Bu süreler, yasalar tarafından belirlenmiş olan sürelerdir. Bu süreler genellikle kesindir ve hak düşürücü nitelik taşır. (HMK 94/1). Bu nedenle, bir eylemin yasal süre içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, hakim tarafından re’sen takip edilir. Ayrıca, hakim, yasada belirtilen istisnai durumlar dışında bu süreleri kısaltma veya uzatma yetkisine sahip değildir. (HMK 90/1)
1.1.2 Hâkimin Belirlediği Süreler
Bazı durumlarda, sürenin belirlenmesi açıkça yasaya bırakılmış olabilir veya hakim belirli bir işlem için belirli bir süreyi öngörebilir. Hakimin belirlediği süreler genellikle kesin değildir; hakim, tarafları dinledikten sonra süreyi kısaltma veya uzatma yetkisine sahiptir. Hakim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Bu durumda, hakim, belirlediği kesin süreye tabi olan işlemi açıkça tanımlar ve süre ihlalinin hukuki sonuçlarını belirterek taraflara bildirir. Kesin olmadığı belirtilmeyen bir süreyi geçiren taraf, yeniden süre talep edebilir; bu durumda ikinci süre kesin olup, tekrar süre verilemez. Kesin süre içinde gerçekleştirilmesi gereken bir işlemi süresinde yapmayan tarafın, o işlemi gerçekleştirme hakkı düşer.
1. 2 Mahkeme İçin Konulmuş Süreler
Mahkemenin belirli bir işlemi ne kadar süre içinde tamamlaması gerektiğini belirtir. Bu süreler, hak düşürücü özellik taşımaz. Mahkemenin, yasada belirtilen süreden sonra gerçekleştirdiği işlemler de geçerli olacaktır.
2. Sürelerin Hesaplanması
Kanunda belirtilen ya da hâkim tarafından tayin edilen kesin süreler içinde gerçekleştirilmesi gereken bir işlemin yapılmaması durumunda hak kaybına uğranacağı dikkate alındığında, bu sürelerin başlangıcının ve bitişinin doğru şekilde belirlenmesi önemlidir.
3. Sürelerin Başlaması
HMK Madde 91 – (1) Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hallerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.
HMK’nın 91. maddesine göre, süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya belirli durumlarda tefhim tarihinden itibaren başlar. Tebliğ, muhatabına yazılı olarak bildirildiğinin belgelendirilmesi olarak tanımlanır. Bu nedenle, tebliğ tarihi temel alındığında süre, evrakın ilgili makam tarafından tebliğe çıkarıldığı tarihten değil, muhataba ulaştığı (tebellüğ edildiği) tarihten itibaren başlar. . Tefhim, hâkim tarafından yüze karşı okuma veya anlatma anlamına gelir.
HMK’nın sözlü yargılama başlıklı 186. maddesine göre mahkeme, tarafların sunduğu delilleri topladıktan ve gerekli araştırmayı yaptıktan sonra yeterli kanaati elde ederse tahkikatın bittiğini duruşmada bulunan taraflara sözlü olarak bildirir, yani tefhim eder. Tarafların son kez kendilerini sözlü olarak ifade etmeleri için aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçilir. Sözlü yargılamaya geçilme aşamasında, tarafların süre talep etme hakkı vardır. Taraflardan biri sözlü yargılama için süre talep ederse duruşma ertelenir. HMK, genellikle sürelerin taraflara tebliğ tarihinden itibaren başlamasını kabul etmektedir.
4. Sürelerin Bitimi
Madde 92 – (1) Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter.
(2) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.
Sürelerin başlangıcında olduğu gibi bitiş anında da belirlenmiş kriterlerin bulunması önemlidir. Bu bağlamda, HMK’nın sürelerin bitimi hakkındaki 92. maddesinin 1. fıkrasına göre, eğer süre gün olarak belirlenmişse, tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaplamaya dahil edilmez ve süre, son günü resmi çalışma saati sonunda sona erer; elektronik ortamda yapılan tebligat durumunda ise HMK’nın elektronik işlemlerle ilgili 445. maddesinin 4. fıkrasına göre gün sonunda tamamlanır. Süre yıl olarak belirlenmişse, süre başladığı günle aynı güne denk gelen yılın son gününde çalışma saati sonunda sona erer. Süre ay olarak belirlenmişse, başladığı günle aynı güne denk gelen ayın son gününde tatil saatinde sona erer. Ancak, sürenin bittiği ayda, başladığı güne denk gelen bir gün yoksa, süre o ayın son gününde tatil saatinde tamamlanır.
5. Tatil Günlerinin Süreye Etkisi
HMK’nın tatil günlerinin etkisini düzenleyen 93. maddesi uyarınca resmi tatil günleri süreye dahildir. Bu bağlamda, hafta tatilleri, bayram tatilleri ve diğer resmi tatiller, işlemekte olan sürenin içerisindeyse süreye dahil edilir. Eğer sürenin son günü resmi tatil gününe denk geliyorsa, süre, tatil gününü takip eden ilk iş gününün çalışma saatinin sonunda tamamlanmış olacaktır.
6. Adlî Tatil
Bütün adliye mahkemelerinde, adli tatil her yıl 20 Temmuz’da başlar ve 31 Ağustos’ta sona erer; yeni adli yıl 1 Eylül’de başlar (HMK madde 102). Adlî tatil süresince genellikle dava ve işlere bakılamaz, bunlar adlî tatili takiben bir sonraki döneme ertelenir. Ancak, adlî tatil süresinde dava, karşılık dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri, ilâm verilmesi, tebligatlar ve dosyanın gönderilmesi gibi belirli işlemler yapılır (HMK 103/3). Adlî tatilde hangi dava ve işlere bakılacağı 103. madde ve özel kanun hükümleriyle belirlenmiştir ve bu dava ve işlere nöbetçi mahkemeler tarafından bakılır.
Tarafların anlaşması veya davanın bir tarafının yokluğunda görülmesi durumunda, hazır olan tarafın talebi üzerine adlî tatilde görülebilecek bir dava veya iş, adlî tatili takiben bir sonraki döneme ertelenebilir (HMK madde 103/2). Adlî tatile ilişkin hükümler, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay incelemelerinde de uygulanır (HMK madde 103/4). Kanun yolu incelemelerini yapmak üzere, bölge adliye mahkemelerinde ve Yargıtay’da bir nöbetçi hukuk dairesi kurulur (Yargıtay K. m. 56; Yargıtay İç Yön. m. 58-60). Bu nöbetçi hukuk dairesi, adlî tatilde bakılabilecek dava ve işlerle ilgili kanun yolu incelemelerinden başka, bütün davalara ait icranın geri bırakılması taleplerini de karara bağlar.
Adlî tatilde bakılmayan iş ve davalarla ilgili sürelerin sonu, adlî tatil dönemine rastlarsa, bu süreler adlî tatilin bittiği günden itibaren 1 hafta daha uzamış sayılır (HMK madde 104). Ancak, bir sürenin (örneğin adli tatilde işlemeye başlamış olan) 2 haftalık bir sürenin sonu 1 Eylül’den sonraki bir tarihe rastlarsa, o zaman sürenin 1 hafta uzatılmış sayılması mümkün değildir. Adlî tatilde görülen dava ve işlerde sürenin sonu adlî tatile rastlarsa, süre adlî tatilden sonra 1 hafta daha uzatılmış sayılmaz. Bu uzatma sadece HMK’da öngörülen süreler için geçerlidir; diğer kanunlarda belirlenen sürelerin sona ermesi adlî tatile rastlarsa, süre 1 hafta daha uzatılmış sayılmaz. Örneğin, TMK’da düzenlenmiş bir zamanaşımı süresi adlî tatilde sona ererse, bu süre adlî tatilden sonra uzamaz.
7. Eski Hale Getirme
7.1 Eski Hale Getirme Şartları
Nihai süre kişinin elinde olmayan bir sebeple kaçırılmış olmalıdır. (HMK madde 95/1). Başka yasal bir çözüm yolu bulunmamalıdır. (HMK m. 95/2).
7.2 Eski Hale Getirme Usulü
Eski hale getirme talebi, engelin ortadan kalkmasından itibaren 2 hafta içinde yapılmalıdır (HMK madde 96/1). İlk derece ve istinaf yargılamalarında, en geç kesin karar verilinceye kadar eski hâle getirme talebinde bulunmak mümkündür. Ancak kesin karar bir tarafın yokluğunda verilmişse, tahkikat aşamasında kaçırılan süreler için kararın verilmesinden sonra da eski hâle getirme talebinde bulunulabilir (HMK madde 96/2).
7.3 Talep ve İnceleme Makamı
Eski hale getirme talebi, yapılamayan işlem hakkında hangi mahkemede inceleme yapılacaksa, o mahkemeden talep edilir (HMK madde 98/1). Buna göre, dava veya hüküm sırasında ortaya çıkan eski hale getirme talepleri davaya bakan ve hükmü veren mahkemeye yapılır. Kanun yollarına başvuru süresinin kaçırılması halinde ise, eski hale getirme talebi, ilgili üst mahkemeye yapılır (HMK madde 98/2).
7.4 Talebin Şekli ve Kapsamı
Eski hâle getirme, dilekçe ile talep edilir. Talepte bulunan kişi, dilekçesinde talebinin temelini oluşturan nedenleri ayrıntılı bir şekilde belirtmeli ve bu temellere dayanak teşkil eden delil veya kanıtları sunmalıdır. Süresinde yapılmayan işlemin de eski hâle getirme talebinde bulunmak için öngörülen süre içinde yapılması zorunludur (HMK madde 97).
7.5 Talebin Yargılamaya ve Hükmün İcrasına Etkisi
Eski hale getirme talebi, mahkeme sürecinin ertelenmesine sebep olmaz ve kararın uygulanmasına engel teşkil etmez. Ancak mahkeme, teminat karşılığında yargılamanın ertelenmesine veya hükmün icrasının durdurulmasına karar verebilir (HMK madde 99).
7.6 İnceleme, Karar ve Masraflar
İlk derece mahkemelerinde veya bölge adliye mahkemelerinde yapılacak eski hâle getirme talepleri, ön sorunlar hakkındaki usule göre incelenir. Yargıtay’a yapılacak eski hâle getirme talepleri ise, temyiz kanun yolu talepleri gibi incelenir (HMK madde 100/1).
Mahkeme, eski hale getirme talebini kabul ederse, kararında hangi işlemlerin geçersiz sayıldığını belirtir. Ancak ıslah ile geçersiz kılınamayan işlemler, eski hale getirme kararı talebinden de etkilenmez (HMK madde 100/2). Kaçırılmış olan yasal çözüm süresi hakkında yapılan eski hale getirme talebi ilgili üst mahkeme tarafından kabul edilirse, hüküm kesinleşmemiş gibi ilgili yasal çözüm incelemesi yapılır.
Eski hâle getirme talebi nedeniyle ortaya çıkan masraflar, talepte bulunan tarafa yükletilir. Ancak, karşı taraf eski hâle getirme talebine karşı asılsız itirazlar ileri sürerek masrafların artmasına sebep olmuşsa, hâkim, masrafların tümünün veya bir kısının karşı tarafa yükletilmesine karar verebilir(HMK madde 101).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 28.03.2012 Tarihli 2012/55 E. 2012/249 K.
- KESİN SÜRE
(6100 s. Hukuk Muhakemeleri K m. 94)
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Özet
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği, her türlü duraksamadan uzaktır.
Taraflar arasındaki “İtirazın İptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.06.2009 gün ve 2008/568 E-2009/717 K, sayılı kararın incelenmesi, davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.02.2011 gün ve 2010/7558 E-2011/1929 Karar sayılı ilamı ile;
(“…Davacı vekili, taraflar arasındaki ticari ilişki kapsamında fatura içeriğindeki malların müvekkilince satılarak davalıya teslim edilmiş ise de, bakiye borcun ödenmediğini, aleyhine girişilen takibe davalının itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına ve %40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, usulüne uygun olarak verilen ve sonucu ihtar olunan kesin süreye rağmen davacı tarafın icra dosyasını getirtmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. Davanın dayanağını oluşturan icra dosyası davacı yanca delil olarak bildirilmiş ve mahkeme tensip tutanağında da bu dosyanın celbine karar verildiği görülmektedir. İcra dosyasının dosya arasına getirtilmesi davanın taraflarına ait bir yükümlülük olmayıp mahkemenin görevidir. Bu nedenle mahkemece ilgili icra dosyasının getirtilerek taraflarca sunulan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesisinde isabet görülmemiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı Şirket
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali, icra takibinin devamı ve %40 icra inkar tazminatının tahsili istemine ilişkindir.
Davalı/borçlu vekili, davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece, usulüne uygun olarak verilen ve sonucu ihtar olunan kesin süreye rağmen davacı/alacaklı tarafça icra dosyasının getirtilmediği, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı/alacaklı vekili tarafından temyiz edilen hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle bozulmuştur. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın itirazın iptali istemli olmasına ve çözümünde itiraza konu icra dosyasının varlığının gerekmesine göre, icra dosyasının, dava dosyası arasına getirtilmesinin davanın taraflarına düşen bir yükümlülük mü yoksa mahkemece doğrudan yapılması gereken bir işlem mi olduğu; varılacak sonuca göre de mahkemece davacı/alacaklı tarafa verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı, hukuken sonuç doğurup doğurmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:
Hemen belirtilmelidir ki, Türk yargı sistemine göre, hukuk yargılamasında hakim kendiliğinden bir davayı inceleyip, uyuşmazlığı çözemez. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da, hakim tarafların istekleri ile bağlı tutulmuştur (Mülga HUMK m. 72, 75). Öyleyse kamu düzeninin gerektirdiği haller dışında- hakimin re’sen yargılamayı sürdürmesi olanaklı olmadığına, tarafların davayı hazırlama ve takip etmeleri gerektiğine göre, hakimin davacının yapmadığı işlemi kendiliğinden ikmal etmesi olanaklı değildir (davanın taraflarca hazırlanması ilkesi). Az önce açıklanan genel kuraldan ayrık olarak, kanunlarımızda hakimin re’sen araştırma yapabileceği hallere de yer verilmiştir.
Bu gibi hallerde olayın özelliğine göre hakim, incelemelerin gerektirdiği masrafların taraflarca ödenmemesi halinde sonradan haksız çıkan taraftan alınmak üzere, Hazineden karşılanmak suretiyle gereğini yerine getirir-res’en araştırma kuralı- (Mülga HUMK m. 415). Temyize konu dava, itirazın iptali istemine ilişkin olup; genel hükümlere tabidir. Az yukarıda belirtildiği şekilde “re’sen araştırma kuralı” nın uygulanmasını gerektiren bir dava türü olmadığı gibi, yapılacak icra dosyasının celbi işlemi de bu kapsamda değildir.
Eş söyleyişle, itirazın iptali davası, niteliği itibariyle icra dosyasında yapılan işlemle sıkı sıkıya bağlı ise de, bu husus doğrudan icra dosyasının dava dosyası içine getirilmesinin mahkemenin yükümlülüğünde olduğunu kabule olanak sağlamaz. Davanın/delillerin taraflarca hazırlanması ilkesi kural olarak burada da geçerlidir. Ne var ki, kural bu olmakla birlikte mahkeme tarafların masraf yatırması gerekmeksizin icra dosyasını celp etme olanağına sahipse, örneğin icra dosyasının bulunduğu İcra Müdürlüğü aynı bina içinde veya posta gerektirmeyecek yakınlıkta ise bu halde taraflardan masraf yatırması beklenemeyeceğinden delil olarak gösterilen icra dosyasının mahkemece dosya arasına alınması olanaklı olduğundan, salt bu halle sınırlı olmak üzere masraf yatırılmadan da mahkemece, icra dosyası celp edilebilir.
Aksine, icra dosyasının davayı gören mahkemeye getirilmesi bir posta işlemini ve dolayısıyla da masrafı gerektiriyorsa bu halde mahkemenin resen ve giderleri kamudan karşılamak suretiyle dosyayı celbi olanaklı değildir. Davanın/delillerin taraflarca hazırlanması ilkesi gereği icra dosyasının bulunduğu yerden celbi için gerekli giderlerin bu dosyaya delil olarak dayanan davacı tarafça yatırılması gerekir. Bu nedenle bozma ilamında, icra dosyasının dosya arasına getirtilmesinin davanın taraflarına ait bir yükümlülük olmadığı, mahkemenin görevi olduğu saptaması oybirliği ile kabul görmemiş; mahkemenin icra dosyasının celbi konusunda davacı tarafa verdiği kesin sürenin usul ve yasaya uygun olup olmadığının incelenmesine geçilmiştir.
Bu bağlamda, taraflarca yapılması gereken işlemler, bunlar için yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemeler ile yargısal uygulamanın irdelenmesi gerekmektedir: Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için konulmuş süreler ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır.
Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur. Gerçekten; bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır.
Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır. Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (KURU, Baki, Prof. Dr.; ARSLAN, Ramazan, Prof. Dr.; YILMAZ, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749). Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hakim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m. 94/2, HUMK m. 163).
Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:
İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m. 163, c.4, HMK. 94/2). Bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.
İkinci halde ise, yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m. 163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir. Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.
Kısaca; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir. Öte yandan, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 163. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup; hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.
Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur.
Hal böyle olunca, kesin süreye ilişkin ara kararında, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının belirtilmesi, bilhassa tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, kesin süreye uymamanın doğuracağı sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması, gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Somut olay açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde:
Yerel Mahkemece, Bakırköy İcra Müdürlüğü ile Yerel Mahkeme binalarının birbirinden ayrı ve uzak yerlerde bulunması nedeniyle, dava ve takip konusu icra dosyasının celbi için 17.05.2008 tarihli tensip tutanağı ile davacı/alacaklı vekiline süre verilmiş, ancak tensip ara kararının yerine getirilmemesi nedeniyle 10.03.2009 tarihli duruşmada, davacı/alacaklı vekiline tensip kararını yerine getirmesi ile tüm delilerini ibraz etmesi için 10 günlük kesin süre verilmesine, belirtilen sürede tensip kararını yerine getirmediği takdirde tensiple celbine karar verilen icra dosyasına delil olarak dayanmaktan ve delillerini ibraz etmekten vazgeçmiş sayılacağının ihtarına karar verilmiştir. Takip eden 16.06.2009 tarihli oturumda da, kesin süreye rağmen icra dosyasının celbinin sağlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Ne var ki, mahkemenin davanın reddine dayanak aldığı, davacı/alacaklı vekiline verilen kesin süreye ilişkin ara kararında “dava konusu icra dosyasının celbi için gerekli masrafın ne miktarda olduğu” açıklanmamıştır. Kesin sürenin hüküm ifade edebilmesi, sonuç doğurabilmesi için usulünce ve eksiksiz olarak verilmesi gerekir. Yukarıda ayrıntısıyla açıklandığı üzere, kesin sürenin temel amacı yargılamada çabukluğu sağlamak, diğer bir deyişle taraflarca yargılamanın lüzumsuz yere uzatılmasının önüne geçmektir.
Bu durumda, Yerel Mahkemece davacı/alacaklı vekiline verilen kesin sürenin, usul hukukuna konuluş amacına uygun kullanılmadığı ve yöntemine uygun olmadığı; bu nedenle de hukuki sonuç doğurmayacağı her türlü duraksamadan uzaktır. O halde, mahkemece yapılacak iş; işlemin avukatça ya da asilce yapılması konusunda bir ayrıma gitmeksizin ve yeterli açıklıkta olmak üzere, davacı/alacaklı vekiline, dava ve takip konusu icra dosyasının Bakırköy 9. İcra Müdürlüğü’nden celbi için yatırması gerekli masraflar açıkça belirtilmek suretiyle, uygun ve elverişli bir süre tayin edilmesi; tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun tereddüt yaratmayacak ölçüde açıklanması; bu işlemlerin verilen kesin süre içinde yapılmaması halinde sonuçlarının ne olacağının açıkça ihtar edilmesi ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi olmalıdır.
Mahkemece icra dosyasının celbinin tarafların yükümlülüğünde olduğuna ilişkin saptaması yerinde ise de bu yükümlülük üzerine düşen davacı tarafa kesin sürenin verilme yöntemi yukarıda açıklanan ilke ve usule uygun olmadığından, bu gereklere uyulmadan kesin süre nedeniyle davanın reddedilmesi ve bu kararda direnilmesi yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenle; direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana iadesine, 28.03.2012 gününde, oybirliği ile karar verildi.
Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi 10.11.2003 Tarihli 2003/10378 E. 2003/10632
- ADLİ TATİLDE BAKILAMAYACAK İŞLER
(1086 s. HUMK. m. 176, 177) (6762 s. TTK. m. 1301)
ÖZET
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre, adli tatilde bakılamayacak olan bir dava ile ilgili olarak adli tatil sırasında verilen bir dilekçenin tebliği üzerine, karşı tarafın buna karşı yapabileceği işlem veya verebileceği cevap hakkında kanuni süreler adli tatilde işlemeye başlar ve adli tatil günleri de süreye dahildir. Ancak böyle bir sürenin bitmesi adli tatile rastlarsa, süre 177. maddeye göre yedi gün daha uzatılmış sayılır.
Fakat, ilgilinin, adli tatil içerisinde o işlemi yapabilmesi de mümkündür. Taraflar arasında görülen davada İzmir Asliye 6.Hukuk Mahkemesi´nce verilen 06.05.2003 tarih ve 2002/597 – 2003/306 sayılı kararın Yargıtay´ca incelenmesi davalı Belediye Başkanlığı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Gürkan Gençkaya tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacının, TTK.nun 1301 nci maddesi hükmüne dayalı olarak davalılar aleyhine açtığı rücu davası sonucunda mahkemece davanın kabulüne dair tesis edilen hüküm, Davalı Belediye vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan rücu davasıdır. Davalı Belediye Başkanlığına dava dilekçesi 23.07.2002 tarihinde tebliğ edilmiş olup, anılan davalı vekili tarafından yetki itirazını da içeren cevap dilekçesi 20.08.2002 tarihinde mahkemeye gönderilmiştir.
Mahkemece yetki itirazının süresi içerisinde yapılmamış olduğu gerekçe gösterilerek yetki itirazının reddine karar verilmiş ise de, HUMK.nun 176/3 nci maddesine göre, adli tatilde bakılamayacak olan bir dava ile ilgili olarak adli tatil sırasında verilen bir dilekçenin tebliği üzerine, karşı tarafın buna karşı yapabileceği işlem veya verebileceği cevap hakkında kanuni süreler adli tatilde işlemeye başlar ve adli tatil günleri de süreye dahildir. Ancak böyle bir sürenin bitmesi adli tatile rastlarsa, süre 177 nci maddeye göre yedi gün daha uzatılmış sayılır. Fakat, ilgilinin, adli tatil içerisinde o işlemi yapabilmesi de mümkündür. O halde somut olayda cevap dilekçesi süresi içerisinde verilmiş olup, yetki ilk itirazı hakkında bir karar verildikten sonra işin esasına girilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 29.11.2017 Tarihli 2017/2873 E. 2017/1449 K.
- ADLİ TATİLİN SÜRELERE ETKİSİ
- SÜRELERİN BİTİMİ
- TAPU İPTAL VE TESCİLİ
(6100 s. Hukuk Muhakemeleri K m. 92, 102, 104)
ÖZET
Onbeş günlük karar düzeltme süresinin son günü adli tatile rastladığı hallerde sürenin adli tatilin bittiği bir eylül tarihinden itibaren bir hafta uzayacağı gözetilmelidir.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 03.11.2015 gün ve 2015/185 E. – 2015/400 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 14.06.2017 gün ve 2017/20-1589 E., 2017/1197 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacılar ve birleşen dosya davacıları vekili, davalı Hazine vekili ve davalı Orman İdaresi vekili tarafından ayrı ayrı verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
1- İşin esasına geçilmeden önce Hukuk Genel Kurulu kararının, davacılar ve birleşen dosya davacıları vekiline 01.08.2017 günü tebliğ edilmiş olması karşısında, 08.09.2017 günlü karar düzeltme isteminin süresinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 104) olup olmadığı hususu öncelikli olarak görüşülüp tartışılmıştır. “Adli tatilin sürelere etkisi” başlıklı 6100 sayılı HMK’nın 104. maddesinde “Adli tatile tabi olan dava ve işlerde bu Kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır.” düzenlemesi mevcuttur.
Madde gerekçesinde de, “adli tatile tâbi olan, yani adli tatilde görülemeyecek dava ve işlerdeki süreler açısından tatilin etkisinin düzenlendiği, burada kastedilenin, maddî hukuka ait süreler olmayıp, zamanaşımı gibi, usul hukukundaki süreler olduğu, örneğin yirmi temmuzda başlayan onbeş günlük sürenin bitim tarihinin dört ağustos günü akşam mesai saati sonu olduğu, ancak bu tarihin tatil zamanına rastlaması nedeniyle sürenin, altı eylül gününden itibaren uzayacağı” açıklanmıştır. (6494 sayılı Kanunla 6100 sayılı HMK’nın 102. maddesinde yapılan değişiklikten önceki madde metni “Adli tatil her yıl bir ağustosta başlar, beş eylülde sona erer” şeklindedir). Gerekçe metninden de anlaşılacağı üzere uzatılması gereken bir haftalık sürenin adli tatilin sona erdiği 31 Ağustos tarihini takip eden 1 Eylül tarihinden itibaren başlatılması gerekmektedir.
HMK’nın “sürelerin bitimi” başlıklı 92/2. maddesinde süre; hafta, ay ve yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay ve yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter hükmü yer almaktadır. HMK’nın 102. maddesi uyarınca adli tatilin başladığı gün 01.09.2017 tarihi olup, Cuma gününe rastgelmektedir. Bu tarihe bir hafta eklendiğinde o haftaya tekabül eden gün Cuma günü olacağından kanunen temyiz süresi 08.09.2017 tarihinde dolacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Hukuk Genel Kurulu kararının davacılar ve birleşen dosya davacıları vekiline 01.08.2017 günü tebliğ edildiği, 15 günlük karar düzeltme süresinin son günü adli tatile rastladığından uzamış sürenin son gününün 07.09.2017 tarihi olacağı, bu nedenle davacılar ve birleşen dosya davacıları vekilinin karar düzeltme taleplerinin süre yönünden reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca davacılar ve birleşen dosya davacıları vekilinin karar düzeltme isteminin süresinde olduğu görüşü oyçokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
2- İşin esasının incelenmesine gelince;
Hukuk Genel Kurulunun değişik gerekçe ve nedenlere dayalı bozma kararında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan davacılar ve birleşen dosya davacıları vekili, davalılar Hazine vekili ve Orman İdaresi vekilinin karar düzeltme istemlerinin REDDİNE, aynı kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1. maddeleri gereğince takdiren 270 TL para cezasının karar düzeltme isteyenlerden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine ,492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca 65,40 TL karar düzeltme harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 29.11.2017 gününde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu Kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır. (HMK 104/1) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter.
(HMK 92/2) HMK 104. maddede sürenin tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılacağı düzenlendiğinden bir hafta hesabının yeni adli yılın başladığı 1 Eylül tarihinden değil, adli yılın bittiği 31 Ağustos tarihinden itibaren yapılması gerekir. Bu durumda adli tatilin son günü Perşembe olduğundan uzamış sürenin son günü de Perşembe’ye denk gelen 7 Eylül tarihidir. Öğretide bir haftalık sürenin tatilin bittiği günden itibaren hesaplanacağı ve uzamış sürenin son gününün 7 Eylül tarihi olduğu görüşü bulunmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu kararı, davacılar ve birleşen dosya davacıları vekiline 01.08.2017 günü tebliğ edilmiş olup 15 günlük karar düzeltme süresinin son günü adli tatile rastladığından uzamış sürenin son günü 07.09.2017’dir. Karar düzeltme dilekçesi ise bu süre geçtikten sonra 08.09.2017 tarihinde verilmiştir. Ön sorun olarak tartışılan talebin süresinde olup olmadığı konusunda, davacılar ve birleşen dosya davacıları vekilinin karar düzeltme taleplerinin süre yönünden reddine karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan talebin süresinde olduğu yönündeki değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.